Dünya, ne yazık ki, bilimsel ilerlemeler, sanatsal üretimler, yüreklerde mutluluğa ve gözlerde gülümsemeye dair duygusal dokunuşların değil; savaşlar, yıkımlar, soykırımlar ve işgallerin tarihini yazmayı uygun gördü kendine.
İnsanlığa karşı suç işleyen insanların peşine düşen insanlar… Tecavüze uğramış kadınların doğurduğu ve babalarını hiç bilmeyecek olan çocuklar… Delik deşik binalar… Üç yıl boyunca açlığa, susuzluğa ve elektriksizliğe mahkûm edilmiş Saraybosnalılar…
Banka hesabına giren – çıkan, borsa ve döviz bürolarının ekranlarında alçalan – yükselen rakamlarla başı dönmüş bir “insanlık”, söz konusu savaşlar olunca da rakamları pek seviyor. Ölen, yaralanan ya da sakat kalan insanların, hasar gören ya da yıkılan binaların sayısını vermek belki kolay; oysaki bir savaşın “bilançosu” yalnızca bu rakamlar ile değil, sonrasında bıraktığı ömürlük travmalarla da ağırdır.
Saraybosna, geçmişin yaralarını bugünün belirsizliği ve yarın için yeniden yükseltilen savaş çığlıklarının karanlığı ile sarmaya çalışıyor.
Saraybosna Üniversitesi İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar ve Uluslararası Hukuk Araştırma Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Rasim Muratoviç Cumhuriyet’e; Srebrenitsa Soykırımı, soykırımın Boşnak toplumunda açtığı hasarlar ve soykırımı tanıtma çabaları ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
SARAYBOSNA: “BİR TEST LABORATUVARI…”
Şimdi de başkanlığını yaptığınız enstitü hakkında konuşma zamanı. “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar ve Uluslararası Hukuk Araştırma Enstitüsü”… Böyle bir enstitünün Saraybosna’da kurulması gerektiyse, bu dünya için büyük bir utançtır. Bu enstitünün kurulmasına neden ihtiyaç duyulduğunu açıklar mısınız? Geçmişten bugüne kadar yaptığınız faaliyetleri de özetlerseniz mutlu olurum.
Dünya için utanç verici olan, böyle bir enstitünün kuruluşu değil; enstitünün kurulmasına neden olan olaylar ve 1992 – 1995 yılları arasında yaşananlardır. Dolayısıyla, Boşnaklara karşı yapılan soykırım ve 1992’den 1995’e kadar Bosna’da yaşananlar, aslı olmayan ürkütücü sorunlar yaratılmasının ve 20. yüzyılın sonunda yeni bir uluslararası düzenin kurulmasının bir provasıydı. Yaklaşık dört yıl süren Saraybosna kuşatması, insan dayanıklılığı test laboratuvarına dönüştü. Saraybosna ve Bosna-Hersek’in hayatta kalması, dünyevî bir mucizeydi. Boşnaklar ve diğer vatanseverler, çok zor görevlerle karşı karşıya kaldılar ve bu tür zorluklara doğal, kendiliğinden, beklenmedik ve açık bir şekilde yanıt verdiler.
SOYKIRIMA KARŞI AKADEMİK MÜCADELE
Saraybosna Üniversitesi İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar ve Uluslararası Hukuk Araştırma Enstitüsü, 4 Eylül 1992 tarihinde Bosna-Hersek Cumhuriyeti Başkanlığı kararıyla kurulmuştur. Enstitü, insanlığa karşı işlenen suçlar ve uluslararası hukuk alanında bilimsel araştırma faaliyeti anlamında sistematik bir yaratıcı çalışma programı yürüterek görev yapmaktadır. Personelin bilimsel araştırma çalışmaları için eğitimi, bilim insanlarının eğitimi ve bilimsel araştırma sonuçlarını enstitünün kendi yayınlarında veya bu amaçla uluslararası ve ulusal doğrulamaya tabi bilimsel yayın veritabanlarında yayımlanması da dahil olmak üzere bilimsel araştırma çalışmaları, enstitünün çalışma alanları içindedir. Enstitü, diğer konuların yanı sıra insanlığa karşı işlenen suçlar ve uluslararası hukuk, savaş suçları, soykırım suçları gibi konuları tarihsel, hukuksal, sosyolojik, siyasal, psikolojik ve tıbbi açılardan incelemektedir. 32 yıllık süreçte zengin bir kanıt arşivi oluşturulmuş olup, bu arşiv askeri ve polis yapılarının orijinal belgeleri, uzman raporları, hayatta kalan kurban ve tanıkların ifadeleri, ulusal ve uluslararası kuruluşların belgeleri, duruşma tutanakları, video ve fotoğraf kayıtları, çeşitli duyurular ve diğer kanıtları içermektedir. Bu zengin arşiv malzemesi, öncelikle akademik topluma sunulmuş olup, 20. yüzyılın sonundaki olayların bilimsel açıklaması için kullanılabilmektedir. Arşive erişim, suçlarla ilgili gerçeklerin tespit edilmesi, tarihsel hafıza ve aynı zamanda uluslararası ve ulusal mahkemeler önündeki süreçleri desteklemek amacıyla kullanılabilecek bağımsız kurum ve kuruluşlara da sağlanmaktadır. Bu, insanlığa karşı işlenen suçlar ve uluslararası hukuk konusundaki gerçekleri tespit etme açısından önemli olan bir veritabanı oluşturmaktadır. Bu veritabanı, Bosna-Hersek ve ötesindeki yakın tarihimizdeki gerçekleri ve olayları; yalanlama, inkâr etme, manipüle etme ve gözden geçirme girişimlerine karşı koruyacaktır.
Enstitü, uluslararası yargı önündeki davaları göz önünde bulunduracak olursak, bilimsel ve profesyonel faaliyetlerde bulunan kamusal tek bilim kurumu. Enstitü, Lahey’deki davalar (Radovan Karadzic, Ratko Mladic, Momcilo Krajisnik, Biljana Plavsic, Stanislav Galic ve diğerleri) için araştırmalar yaptı. Ayrıca, anılar ve hafıza kültürü ile ilgili diğer önemli konulara da odaklanılıyor (Saraybosna’da 1992 – 1995 yılları arasında öldürülen çocuklar vb.). Ülke içinde ve dışındaki bilim insanları ve araştırmacılar, günlük mücadelelerini sürdürüyorlar ve bu mücadeleye büyük katkı sağlıyorlar. Bosna-Hersek’teki 1992 – 1995 çatışmaları hakkında bir anlatı için inkâr ve yeniden anlatımlara karşı çıkarak tarihsel gerçekleri koruma amacıyla çalışıyorlar. 32 yıllık faaliyeti ve çalışması boyunca enstitü, yurtiçinde ve yurtdışında 150 bilimsel çalışma (kitap, inceleme), 2500 bilimsel makale yayımladı ve yüzlerce bilimsel konferans, yuvarlak masa toplantısı, bilimsel toplantı vb. düzenledi.
ÇİFTE STANDART
Son birkaç yılda enstitüde, yurtiçinde ve yurtdışında daha da tanınır ve görünür olacak genç bir nesil, bilim insanı ve araştırmacı yetişti (12 doktora mezunu). Bu durum, enstitünün gelecek yıllarda saygın bir bilimsel kurum olarak güçlenmesi ve gelişmesi için gerekli temelleri de atmış oldu.
İkinci Dünya Savaşı ile ilgili birçok belgesel film var. Bunların çoğu, Hitler’in politikaları ve soykırımı hakkında… Ancak özellikle Yahudilere karşı işlenen suçlar üzerinde durulurken; engelliler, Romanlar, muhalifler ve diğer gruplara pek yer verilmiyor… Tarihle ilgili yayın yapan televizyon kanalları, Bosna Savaşı ile ilgili belgeseller yayımlamıyor. Sizce neden? Burada bir “çifte standart” olduğunu düşünüyor musunuz? Bosnalı tarihçiler, yazarlar, yönetmenler, film şirketleri neredeler?
Bunun nedeni olarak, birincil sıradaki kurbanlar olarak Yahudiler görülürken, ikincil sırada Boşnakların, altını çizerek Müslümanların, olduğunun görüldüğünü söylemem gerekir.
Yıldönümleri ve anmalarla ilgili olarak işgal Avrupa’sındaki Yahudilere yönelik Nazi soykırımı hakkında bilgi edinebilirsiniz. Dünya çapında ara sıra törenler ve akademik etkinlikler düzenleniyor. Üniversiteler, soykırım tarihi üzerine dersler veriyor. Soykırım, birçok kişi tarafından Yahudi tarihinin “özgün” bir ayrıntısı olarak tanımlanır. Yahudilerin, soykırım hakkında sürekli seyahat eden uzmanları, profesörleri, akademisyenleri vardır; dünya genelinde konferanslar verirler, sempozyum ve seminerler düzenlerler. Bu bağlamda, “soykırım” geçmişte değil, günümüzde de, sadece bir Yahudi sorunu olarak görülüyor. Bu, modern akılcı toplumda bilinmeyen bir olgu değildir.
“KOMŞU KAVGASI(!)”
Yahudilerin aksine, Boşnaklara dünya çapında seyahat etme ve 1992 – 1995 döneminde kendilerine karşı işlenen soykırımı (sadece Srebrenitsa değil) konu alan konferanslar verme, seminerler ve akademik çalışmalar düzenleme fırsatı pek verilmiyor ya da çok nadir veriliyor.
Bosna Hersek’teki Boşnaklara karşı işlenen soykırım, pek çok kişi tarafından kötü niyetle “etnik temizlik”, “iç savaş”, “dinî çatışma” veya tamamen alaycı bir şekilde “komşu kavgası” olarak tanımlanmıştır. Boşnaklar, hâlâ “varoluşları” ve kimlikleri konusunda birçok kişi tarafından sorgulanmaktadır. Bilimsel olarak bile haklı çıkarılmıyorlar. En iyi ihtimalle genel olarak “Müslümanlar” olarak anılıp, “savaşan taraflardan biri” olarak adlandırılıyorlar.
Yahudilere ve Boşnaklara karşı uygulanan soykırım, toplumsal patolojileri aydınlatmakta ve modern tarihsel eğilimlerin, medeniyet süreçlerinin ve sosyolojik araştırmaların temel konularının esaslı bir şekilde gözden geçirilmesini gerektirmektedir.
Gerçekte sosyoloji bile, soykırım sorununu ciddiye almıyor ve soykırımın incelenmesine profesyonel sosyolojik katkılar sunmuyor; sosyolojik tanımlamalar, marjinal ve önemsiz kalıyor. Bugüne kadar sürdürülen sosyolojik araştırmalar, Yahudilere karşı, özellikle de Boşnaklara karşı yapılan soykırımın, makul şüphe bağlamında değerlendirildiğinde, ürkütücü sosyal fenomenleri olduğunu vurgulayarak söylüyor.
Bugünkü akademik sosyoloji, unutma ve göz ardı etme üzerine kolektif bir pratik gibi işliyor. Dolayısıyla, sosyolojik söylemdeki temel varsayımları gözden geçirmeden, insan zaten yapmış olduğundan başka bir şey yapamaz.
YENİ KÖTÜLÜĞÜ ‘BİR ÇÖKÜŞ’ OLARAK GÖRMELİYİZ
Sinema endüstrisinde de durum pek iç açıcı değil. Mesela, Boşnaklara karşı yapılan soykırım hakkında “Schindler’in Listesi” gibi bir filmimiz hâlâ yok. Doğru, savaş temalı birkaç belgesel ve uzun metrajlı film yaptık; ama inanın bana, eğer o yaşananları yaşamamış olsaydım ve şu an yaptığım işi yapmasaydım, çoğunun ne hakkında olduğunu anlamazdım, özellikle uzun metrajlı filmleri… Bu arada, alanımın sosyoloji olduğunu ve şimdiye kadar binlerce film izlediğimi belirtmeliyim.
Ancak soykırımdan sağ kurtulan Boşnakların bir kısmı hâlâ hayatta ve başlarına gelenleri inceleyip analiz etme fırsatına sahipler. Başlarına gelenler, unutturulmaya, gizlenmeye ya da en iyi ihtimalle yanlış tanımlanmaya ve yorumlanmaya çalışılıyor. Bazı durumlardaysa, Boşnaklar, kendi başlarına gelenlerden dolayı suçlanıyor.
Boşnaklara karşı işlenen soykırım, tekrar “kötülük” sorusunu gündeme getiriyor. Yahudilere karşı soykırım olayında gördüğümüz türden bir “kötülük” müdür bu? Yoksa Pale’den gelen vahşiler silahlarını indirip “beyaz dünyayı” eski kötülüklerin yeni biçimleriyle mi “zenginleştirdiler”? Gerçekten eski tip kötülüğe mi dönüş var, yani kötülük ilkel bir yüz yüze formunda mı? Eğer durum buysa, o zaman Arendt’in reddettiği şeye geri dönmeliyiz, yani kötülüğü bir çöküş olarak, sapma olarak, anormalite olarak görmeliyiz.
Soykırım kurbanlarıyla ilgili neler söylemek istersiniz? Onların yakınlarıyla iletişiminiz var mı? Farklı medya organları farklı rakamlar veriyor. Doğru rakam nedir?
Kurban, kurbandır. Aşağılanmış, dışlanmış ve deyim yerindeyse sürgün edilmiş bir konumdalar. Kurbanlar, “en azından” suçluların cezalandırılmasını bekleyerek, travmalarıyla yaşıyorlar. Onların, 1479 gün süren Saraybosna Kuşatması sırasında, 1.000.000 kişinin sürgün edilmesine, 500.000 kişinin yaralanmasına, 100.000 kişinin öldürülmesine ve 30.000 kadına tecavüz edilmesine neden oldukları için cezalandırılmasını istiyorlar. İslam mimarisinden olan 1437 binadan 1114 tanesi yıkıldı. 614 cami yerle bir edildi, 307 cami hasar gördü. 218 mescit, 69 okul ve 37 türbe yıkıldı; Osmanlı dönemine ait düzinelerce köprü yıkıldı. Bunların içinde en ünlüsü, Mostar’daki köprü…
BOŞNAK SOYKIRIMI ‘OLAĞAN’
Kesin rakamlar elbette hiçbir zaman belirlenemeyecek. Kudüs’teki Yad Vashem Holokost Müzesi’nde 3.500.000 isim kayıtlı. Ve hepimiz soykırım sürecinde 6.000.000 kişinin öldürüldüğünü biliyoruz. Ve hiç kimse şu soruyu sormaz: Diğer 2.500.000 isim nerede?
Soykırım, öldürülen insan sayısıyla değil, özellikle belli bir ulusal, dinî ve etnik grubun tamamen veya kısmen yok edilme amacıyla tanımlanır. Eğer 40.000 yerine 30.000 tecavüze uğramış kadınımız olsa; eğer 150.000 değil de, “sadece” 100.000 kişi öldürülse; eğer Saraybosna’da 1601 değil de 1500 çocuk öldürülse, ne fark eder ki?
Eğer Saraybosna kuşatması 1479 gün değil de 1425 gün sürdüyse. “ortalama kelle başı” diye ısrar etmek, soykırımın görecelendirilmesine ve inkâr edilmesine giden yoldur. Yahudi Soykırımı’nda bu gerçekten nadir bir durumken, Boşnaklara karşı yapılan soykırımda bu olağan bir olaydır.
Bunlara ek olarak, tecavüz edilen kadınlar ve onların çocukları da var. Tekrar doğru sayıyı sormak zorundayım. Bu kadınlar ve çocuklarıyla iletişiminiz var mı?
Tecavüz edilen kadınların sayısı 30.000 ile 40.000 arasında değişiyor. Kesin sayı hiçbir zaman belirlenemeyecek. 1991 yılında Bosna-Hersek’te yaşayan 2.000.000 Boşnak nüfusuna karşı 30.000 az mıdır? Tecavüzden doğan çocukların sayısı 2000 ile 3000 arasındadır. Bu çocukların bazıları nasıl dünyaya geldiklerini bilirken, çoğu bilmiyor. Bu, doğrudan ilgilendiğim acı bir konu değil.
Enstitüde, bu konuyla ilgilenen çok başarılı avukat Dr. Sabina Subasic gibi avukatlar var. Bu konu, ayrı bir konudur ve bu röportaja daha fazla zaman ayırmamızı ve ayrıntı girmemizi gerektirir.
LAHEY’İN KARARI
Ve son olarak, savaş sonrası yargı süreci hakkında bize bilgi verebilir misiniz? Tüm suçlular cezalandırıldı mı? Ulusal hukuk ne yaptı ve uluslararası hukuk ne yaptı?
1993 yılında kurulmasından 2023 yılında kapanışına kadar eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, 161 kişiyi suçladı; 91 kişi hakkında nihai karar verildi ve 59 kişi ceza aldı. Lahey Mahkemesi, Sırbistan ve Hırvatistan’ın Bosna-Hersek Cumhuriyeti’ne karşı saldırıda sorumluluk aldığına hükmetti.
Sırbistan’ın siyasî ve askerî liderleri, Slobodan Milosevic, Bosna’daki Sırp Cumhuriyeti’nin liderleri Radovan Karadzic ve Ratko Mladic dahil olmak üzere Adalet Divanı’na çıkarıldı. Lahey Mahkemesi, büyük bir iş başardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri böyle kararlar alınmamıştı. Avrupa ve dünya böyle kararları hatırlamaz.
Lahey’deki mahkeme ve eski Yugoslavya toprakları dışında, Almanya’daki mahkemelerde üç Sırp Cumhuriyeti Ordusu üyesi soykırım suçlamasıyla mahkum edildi. Ardından Norveç, İsveç, Danimarka ve Avusturya’da da yargılamalar yapıldı. Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ’daki mahkemelerde ve yerel mahkemelerde (Bosna-Hersek Mahkemesi, Brcko Bölgesi Ana Mahkemesi, on kanton mahkemesi ve altı ilçe mahkemesinde) yargılanmaya devam ediliyor.
Bu süreç, uzun bir süre devam edecek; ancak savaş suçları zamanaşımı süresi olmayan suçlardır ve önümüzde hâlâ birçok hukukî mücadele var.
Çeviri: Ecesu Karaman
Fotoğraflar: Huriye Kacar
GÜNDEM
02 Aralık 2024SPOR
02 Aralık 2024GÜNDEM
02 Aralık 2024SPOR
02 Aralık 2024SPOR
02 Aralık 2024GÜNDEM
02 Aralık 2024GÜNDEM
02 Aralık 2024